GECE YARISI KÜTÜPHANESİ (rises the moon)

             Nora Seed, yaşam amacını kaybetmiş bir ruh. Kedisinin ölümü, işten çıkarılması, abisin artık onunla konuşmaması, annesinin ölümü üzerine artık kendinin bir karadelik olduğuna emin olmuş, her belanın onun yüzünden yaşandığına inanmış ve dünya için kendini fazlalık olarak gören birisi. Bu yüzden son bir mektupla yaşamın ağırlığından kurtulmak isteyen Nora, gece yarısı kütüphanesinde kaybolduğu sorunlarının arasından çıkıp kendine yeni bir yol çizer. İşte Matt Haig Gece Yarısı Kütüphanesi’nde Nora’nın öyküsünü anlatırken bir yandan onun gibi kaybolmuş ruhlara da ışık oluyor.

İstemek, ilginç bir sözcüktür. Yoksunluğu anlatır. Bazen o boşluğu başka bir şeyle doldururuz ve ilk baştaki istek bütünüyle kaybolur. Belki de senin sorunun istemek değil, yoksun olmak. Belki de cidden yaşamak istediğin bir hayat var.” (sayfa 61)

               Nora ölmek istiyordu. Çünkü elinde koskoca bir pişmanlıklar ve kaybedilmiş fırsatlar yığını vardı, keşkeleri arasında nefes alamıyordu. Halbuki Nora içten içe ölmeyi değil daha yaşamaya değer bir hayat istiyordu. Çünkü onun yoksunluğu buydu. Yaşarken birileri tarafından değer gördüğü, dünyaya ufak da olsa kendi güzellikleriyle dokunabildiğini hissettiği, sevildiği ve pişmanlıklarının olmadığı bir yolda olmak istiyordu. Gece Yarısı Kütüphanesi de ona bu hayatı bulması için biçilmiş kaftandı.

“Bütün piyonlar kozadan çıkmayı bekleyen birer vezirdir. Senin tek yapman gereken, ilerlemeye devam etmenin yolunu bulmaktır. Her seferinde tek bir kare. Bu şekilde karşıya geçip bütün güçlere sahip olabilirsin.”(sayfa186)

“Satrançta olduğu gibi, hayatta da her şeyin temelinde olasılık yatar. Bütün umutların, bütün hayallerin, pişmanlıkların, yaşadığımız her anın.”(sayfa 192)

            Satranç tam bir ihtimaller denizi. Oynanan her hamle daha önce hiç oynanmamış bir oyuna gebe ve son taşa kadar her olasılığın umut olduğu bir macera. Tıpkı hayat gibi. Kimi zaman düşer kimi zaman zirveye çıkarız fakat son nefese kadar hiçbir şey kesin değildir. Bazen bakarsın elinde tek piyanon kalmıştır. Tam o an tercih sırasıdır: ya pes eder ve hayattan çekilirsin ya da oyuna devam eder ve piyonun vezir olmasını sağlarsın. Hayat her zorluğuyla, acısı, üzüntüsü, kederi ve sevinciyle bir bütündür. Her his her deneyim yaşamın vazgeçilmez bir parçasıdır. Her zaman mutlu olmanın imkansızlığı kadar hiç keder ve sıkıntıdan kurtulamayacağını düşünmek de bir o kadar yanlıştır. Bu sebeple her zaman bir çıkış kapısının olduğunu unutmamalıyız, yalnızca yıldızları seyrederek güneşin doğmasını beklemeliyiz.

“Bazen öğrenmenin tek yolu yaşamaktır.”(sayfa 66)

               Geçmiş pişmanlık denizi ve gelecek ise yazılmayı bekleyen boş bir kitap. Elimizde ise yalnızca şimdimiz var. Geçmiş her ne kadar sıkıntılarla gelmiş olsa da onu sabır ve umutla kucakladığımızda daha ışıklı bir gelecek için önümüzde hiçbir engel kalmaz. Elbette her zaman sıkıntılar bu kadar kolay atlatılamıyor fakat hayal edebildiğimiz her şey olasılık dahilinde ve gerçek olduğunu görmenin tek yolu da yaşamaktır.

“Her şeyin ortasında. Hangi yöne gideceğini bilemeden çabalamış, çırpınmış, yalnızca ayakta kalmaya çalışmıştı. Pişmanlık duymadan hangi yoldan devam edeceğini bilememişti.”(sayfa 188)

            Bir düşünür her yerde olmak hiçbir yerde olmamaktır demiş. Nora da hem her yerde olmuş hem de hiçbir yere ait olamamıştır. Hayatta sürekli tutunabileceği bir şeyler aramış ama bir şekilde yine yalnız kalmıştı. En son geldiği noktada ise artık yaptığı her seçimin pişmanlıkla sonuçlanacağı fikrine kendini tamamıyla inandırmıştı.

               Hayatta olduğumuz yerde kalmamalıyız. Karşımıza hayatın her anında yol ayrımları çıkacak ve durup sadece yaşamaya çalışmaktansa yaşamın akışına kendimizi bırakıp onun bizi götürdüğü yoldan gitmeliyiz. Her şeyin her kararın ortasında kalmak sonsuz bir kararsızlık ve kaybolmuşluk getirir. Kendimizi adayabileceğimiz, varoluşumuzu gerçekleştirebileceğimiz bir yol bulmalıyız. Bir şeyleri denemekten, yaşayarak öğrenmekten korkmamalıyız. Sonuçta hayat ihtimallerden ibaret ve her ihtimal yaşanmaya değer.

 “O iyi bir insandı ve iyi bir insan bulmak kolay değildi.”

            İnsanlar üçe ayrılır. Kötü maskesi takan ve içi gerçekten kötülük dolu olan, iyi maskesi takan ama içi kötülükten kapkara olan ve hem iyi maskesi takan hem de içinde cennetten bir bahçeye sahip olanlar. Gerçekten iyi niyetli insanların sayısı dünyanın alçaklığı, sevgisizliği, bencilliği ve acımasızlığı için de gün geçtikçe azalıyor. Bu yüzden eğer kader karşınıza iyi bir insan çıkarırsa onu sakın kaybetmeyin.

“Korku, bir mahzene girerken kapının kapanıvereceğini düşünerek endişelenmekti. Umutsuzluksa o kapının kapanıp üstüne bir de kilitlenmesi demekti.”(sayfa 212)

“Hayat, umutsuzluğun öte yanında başlar.”(sayfa 269)

               Hayata sıkı sıkıya bağlananlar hayallerine en çok kavuşmak isteyenlerdir. Hayaller ise yalnızca umudun topraklarında can bulabilir. Korkularımız hayallerimize zincir vurur, onların güneşli bir ilkbahar sabahında içimizdeki bir ağacın tepesinde ışıldayan bir çiçek gibi açmasını engeller. Korkularımıza yenik düştüğümüz her an yaşanmayı bekleyen her hayatımız bir bir parmaklarımızın arasından kayıp gider. Umutsuzluğun eline düşersek de şu anda yaşadığımız hayat renksizleşir ve artık görmeye, hissetmeye değer hiçbir şey kalmaz ya da bize öyleymiş gibi gelir. Umut etmekten hiçbir zaman vazgeçmeyin çünkü yaşadığımız sürece hiçbir şey için geç değildir, henüz son hamle yapılmamış, son söz söylenmemiştir.

“Yalnızca potansiyele ihtiyacı vardı ve potansiyelden bol bir şeyi yoktu”(sayfa 263)

 “Pişmanlık duymak ve sonsuza, zamanımız doluncaya kadar duymaya devam etmek çok kolay. Ama esas sorun yaşayamadığımız için pişmanlık duyduğumuz hayatlar değil. Sorun pişmanlığın kendisi.”(sayfa 271)

            Pişmanlık duymak ve sürekli bunlardan şikayet edip keşkelerle dolu cümleler kurmak çok kolay. İşin zor yanı birçok pişmanlığın gereksizliğini kavrayabilmek ve kendi yapabileceklerimizin sınırlarını keşfetmekte. Sınırlarımızı çizen de hayal gücümüzdür tıpkı Nora’nın Gece Yarısı Kütüphanesi’nde sonsuz yaşamlarının arasından yalnızca hayal edebildiklerini yaşayabildiği gibi. Gerçek hayatta da potansiyelinin sonsuzluğunu hayallerinin sınırladığını anlayanlar ve korkusuzca pişmanlıklarını kabullenip ders çıkaranlar tam anlamıyla yaşamdan zevk alabilirler.

               Matt Haig’in Nora’nın öyküsüyle okuyucularına hayata dair pek çok ders verdiği bu kitabı gerçekten okunmaya değerdi. Hayatta nelerin önemli olduğunu, çıkmaz sokaklara düştüğümüzde nasıl çıkacağımızı, her hissin ve deneyimin yaşanabileceği sonsuz sayıda seçeneğimizin olduğunu gösteren bunlarla birlikte daha pek çok mesaj içeren bu eserin dünyadaki her ruha dokunabilmesi gerektiğini düşünüyorum.

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

TÜRKÜ ÇOCUK

PUSLU KORKU ORMANI - MESUT GÜLER

19 Mayıs Örnek Kompozisyon